(9 Kasım 2013)
Refik Halid Karay kalemini
sevdiğim, okumaktan keyif aldığım bir yazar değildir. Bugünün Saraylısı da, dizisinin çekileceğini öğrenene kadar
dikkatimi çekmemişti hiç. Ama diziyi izlemeden önce romanı bilmek istediğim
için başladım okumaya. (Zaten bu ülkede edebi yapıtların televizyona
uyarlanmasının tek bir faydası varsa, o da ilgili roman ya da öyküyü en azından
birkaç kişiye daha okutmasıdır, gerisi çoğunlukla emek israfı.) Okumaya
başladım, romana kötü demeye dilim varmaz, ama bir şaheser olmadığı da açık. Ve
dizinin kadrosunda Nazan Kesal ve Selçuk Yöntem isimlerini görmeseydim okuyup
bitirmeye bu kadar istekli olur muydum? Pek sanmıyorum. Yine de okuyup
bitirdim, romanı değil de Ata Efendi’nin hikâyesini, Refik Halid’in dilini ve
tarzını değil ama özellikle romanın finalini çok sevdim.
Okurken bir yandan da ismi
açıklanan oyuncularla roman karakterlerini eşleştirmeye çalıştım ve Selçuk
Yöntem’i Ata Efendi (dizi günümüzde geçtiği için Ata Bey) olarak tahayyül
etmekte hiç zorlanmadım. Eşi Üftade Hanım ise pek mühim bir karakter olarak
tarif edilmediği için Nazan Kesal’a, onun parlatabileceği, içerikli ve derin
bir karakter yazılmış olacağını düşündüm.
Dizi jeneriği, “Refik Halid Karay’ın aynı adlı eserinden
esinlenilmiştir” ibaresiyle sonlandı ve anladık ki romanın ismi ve bazı
karakterleri yer alacaklar dizide, fakat yeni hikâyeler izleyeceğiz. Bu
ifadeyle Bugünün Saraylısı, kendine “uyarlama”
diyerek hatıralarımıza kasteden diğer dizilerden ayırt etti kendini ve romanda
o yoktu, bu yoktu eleştirilerinden de büyük ölçüde kurtardı kendini. Gerçi ilk
bölüm itibariyle henüz romandaki esas duyguyu yakalayabildiklerini ve o saflığı
gösterebileceklerini söylemek zor, ama en azından başka bir şey izleyeceğim
duygusuyla oturuyorum ben de ekran karşısına.
Pilot bölüm, Ata Bey’in piyano
solosu ile başladı. Parmaklarının tuşların üzerindeki sakin ve acılı gezintisi,
Üftade’nin sessiz gözyaşları, Feride ve Çetin’in bekleyişleri... hem görsel hem
de duygusal açıdan oldukça iyi bir giriş sahnesiydi. Ardından, Katiboğlu
ailesinin yıllardır yaşadığı, hatta Ata Bey’in doğup büyüdüğü aile yadigârı
yalıdan finansal sebeplerle taşınıyor ve bu nedenle müteessir olduklarını
gördük.
Ultra zengin ve yakışıklı esas
oğlan kontenjanından Serhat Teoman’ı, Ata Bey’in finansal sorunlarına çözüm
olacak küstah bir iş teklifi yapan işadamı Savaş Ataman rolünde gördük,
ilerleyen dakikalarda anne Ataman da bu küstahlığı sürdürecekti. Bu mevzu daha
birkaç bölüm böyle gider gibi görünüyor.
Ata Bey’in yalısı, yalının eski kâhyası
Yaşar Kaya tarafından satın alınmış. Yani geçmişten gelen bir zengin-fakir
çatışması ile günümüzde zenginlerin kafalarında yarattıkları asalet-sonradan
görmelik ikiliğinde yaşadıklarını, “bugünün saraylıları”nı izleyeceğiz. Bir de
Yaşar Bey’in Ata’dan intikam alma, onun canını yakma merakı var gibiydi ama
henüz ilk bölümün sonunda gerçeği açık eden Yaşar Bey, olay örgüsünün yine de
Ata Bey etrafında şekilleneceğini göstermiş oldu. Bence de, hem romanın tek
esas kişisi Ata Bey olduğundan, hem de oyuncu olarak Selçuk Yöntem gibi büyük
bir isim tercih edilmişken hikâyenin odağının değiştirilmemesi çok doğru bir
tercih. Bu arada, sevgisiz, ruhsuz, hatta kötü Yaşar Bey rolünde Metin Coşkun’a
bayıldım. Mimikleri ve o iğrenç sarı saçlarıyla karakteri tek bir bölümde, tüm
yönleriyle göstermeyi başarmış.
Ayşen rolündeki Cansu Tosun’un o
ürkek, acemi, elini kolunu nereye koyacağını bilmez halleri şahane, Serhat
Teoman ve Ali Ersan olması gerektiği gibiler, şimdilik yakın arkadaşlar,
oyunculukları da aynı yakınlıkta seyrediyor ama Savaş kötüye Fatih iyiye doğru
yol aldıkça ve bu yolda her ikisi de Ayşen’e fena halde tutuldukça göreceğiz
gerçek oyunculukları, konuşmak için erken şimdi. Dilşad Çelebi, romandaki Ayşen
sarışın olduğundan, benim Ayşen karakteri için düşündüğüm oyuncuydu, burada
yine zengin ve havalı Neslihan olarak pek de yeni bir şey vaat etmiyor, ama
sırıtmıyor da şimdilik, izleyip göreceğiz gerisini... Feride ve Süreyya
karakterleri biraz üsturuplu yazılmış olsalardı, ergen değil kadın olsalardı,
Ayşen ve Neslihan’la ilişkileri de daha inandırıcı olabilirdi.
Ben yazdıklarımı toparlayıp
paylaşana kadar dizi dördüncü bölüme ulaştı bile. İkinci ve üçüncü bölümleri de
izleyince diziyi bir süre daha takip etmeye karar verdim, Selçuk Yöntem ve
Nazen Kesal’ı bir arada bulmuşken öyle kolay bırakamıyorum. Ama Nazan Kesal’a
yazılan rolden memnun olduğum anlamına gelmesin bu; sadece gösteriş için
yaşayan ve sahip olduklarını korumak için türlü entrikalar çevirmekten geri
durmayacak gibi görünen bu Üftade’yi ben hiç sevmedim. Rica ediyorum, lütfen Nazan
Kesal’dan yeni bir Hatice Aslan yaratmayın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder